Haftaiçi Her Gün, 09:00 – 18:00

I. Giriş

Yaralama fiilinin ölümle neticelendiği durumlarda suç vasfının tayini, yani fiilin neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama (TCK m.87/4) suçu mu, yoksa insan öldürme (TCK m.81) suçu kapsamında mı değerlendirilmesi gerektiği, bu suçlar için öngörülen cezalar dikkate alındığından fail için hayatidir. Öldürme kastının belirlenmesi, özellikle neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama ile kasten öldürme arasındaki ayırımda büyük önem taşır. Diğer bir ifadeyle, kasten öldürme suçu ile kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçu arasındaki ayırıcı kriterden en önemlisi manevi unsur farklılığıdır. Dolayısıyla; suçun vasıflandırılmasından önce çözülmesi gereken konu, failin kastının öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğuna ilişkindir. Bu yazımızda; ayırıma esas teşkil eden “öldürme kastının” varlığının tespiti için dikkate alınan şartlara/kriterlere ve konu ile ilgili hukuki değerlendirmelere yer vereceğiz.

II. Gelişme

Farklı sonuçlara yol açması nedeniyle öğretide gerçek veya görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ayırımı yapılmaktadır. Temel suç tipine ilişkin hareket yapıldıktan sonra gerçekleşen ikinci netice başka bir suç tipine giriyorsa, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç oluşur. Kasten yaralama sonucu ölüme sebebiyet verme suçu gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçtur.

TCK m.87/4’ün uygulanabilmesi için failin yaralama kastı ile hareket etmesi, mağdurun TCK m.86/1 ve 3. fıkrasında düzenlenen şekilde yaralanması ve failin eylemi ile mağdurun ölümü arasında illiyet bağı bulunması gereklidir.

Belirtmeliyiz ki; kasten öldürme suçu (TCK m.81) ile kasten yaralama sonucu ölüme sebebiyet verme suçu (TCK m.87/4) arasındaki temel ayırıcı unsur, manevi unsur, bir diğer ifadeyle failin kastıdır. Bu itibarla; isnat edilen fiilin hukuki nitelendirilmesinden önce çözülmesi gereken esas mesele, failin kastının öldürmeye mi yoksa yaralamaya mı yönelik olduğunun ortaya koyulmasıdır.

Nitekim doktrinde de söylendiği üzere; kasten yaralama sonucu ölüme neden olma ile kasten yaralamanın diğer şekilleri, fiil tekliği halinde birleşebilirler. Örneğin; mağduru önce basit şekilde yaralayan, ardından fiilini bıçakla sürdürüp hedef gözetmeden bıçak darbesiyle ölümüne sebep olan fail, hukuki anlamda yalnızca m.87/4 tipikliğini gerçekleştirmiş olur, yani bu hükümden sorumlu tutulur.

Bu kapsamda; öncelikli olarak failin öldürme kastıyla mı, yoksa yaralama kastıyla mı hareket ettiğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

TCK m.21/1 uyarınca kast, failin suçun yasal tanımındaki unsurları bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesidir. Ancak manevi unsur doğrudan tespit edilemediğinden, failin olay öncesi, olay anı ve olay sonrasındaki davranışları esas alınarak, objektif kriterler çerçevesinde değerlendirme yapılmalıdır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun yerleşik kararlarında, kastın tespitinde aşağıdaki kriterlerin dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir:

  • Suçun nedeni,
  • Kullanılan aletin cinsi ve kullanılış şekli,
  • İsabet alınan vücut bölgesi,
  • Darbe sayısı ve şiddeti,
  • Failin olay öncesi ve sonrası davranışları,
  • Taraflar arasındaki husumet,
  • Hedef seçme imkanının bulunup bulunmadığı,
  • Mağdurdaki yaraların yeri ve niteliği,
  • Failin fiiline kendiliğinden mi yoksa dış müdahale ile mi son verdiği,

Dikkate alınarak, inceleme ve değerlendirme yapılmalıdır.

Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki, uygulamada olası kast ile neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçunun işlenebileceği kabul edilmiştir.

Kasten yaralama sonucunda ölümün meydana gelmesi ile ilgili Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 30.04.2025 tarihli, 2023/8612 E., 2025/3476 K. sayılı kararında: Suça sürüklenen çocuğun bıçakla bir tanesi öldürücü nitelikte olmayan toplam iki adet bıçak darbesi ile maktulü sol uyluk ve sol kalça bölgelerinden yaraladığı, bu şekilde darbelerin yöneldiği vücut bölgeleri ve nitelikleri, bıçak darbe sayısı, olayın oluş şekli ile engel bir durum bulunmamasına rağmen suça sürüklenen çocuğun eylemine kendiliğinden son vermesi ve suça sürüklenen çocuğun elindeki bıçakla oluşturduğu kabul edilen maktuldeki toplam iki adet kesici delici alet yaralanmasından sadece birinin öldürücü nitelikte olması ile savunmanın aksine suça sürüklenen çocuğun öldürme kastı ile hareket ettiğini gösteren kesin ve inandırıcı kanıt bulunmaması hususları dikkate alındığında ortaya çıkan kast yaralamaya yönelik olup suç vasfının tayininde isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından ileri sürülen sebeplerinin incelenmesinde hükümde hukuka aykırılık bulunmamıştır.” gerekçesiyle, TCK m.87/4 uyarınca verilen cezanın onanmasına karar verilmiştir. Bu karar; belirlenen kriterlerden yalnızca birinin varlığı veya yokluğu, kastın belirlenebilmesi açısından yeterli olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim; somut olayda darbe sayısı ile niteliği birlikte değerlendirilmiş olup, iki adet bıçak darbesi bulunmakla birlikte, bunların öldürücü mahiyette olup olmadığı tartışılmış ve failin kastının tespiti hukuka uygun bir şekilde yapılmıştır.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 16.01.2024 tarihli, 2022/2914 E. ve 2024/354 K. sayılı kararında; “Dosya kapsamına göre; sanıkların maktulü kafa, göğüs ve kol bölgelerinden aksi ispat olunamayan savunmalarına göre 5237 sayılı Kanun'un m.6/1-f kapsamında silahtan sayılan herhangi bir alet kullanmadan, el marifetiyle yaraladıkları, maktulün künt kafa travmasına bağlı burun kemiği kırığının yanı sıra darp sonucu beyin kanaması ve gelişen komplikasyonlar (menenjit) sonucu hayatını kaybettiği anlaşılan olayda; ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 22.03.2023 tarihli, 2022/1-571 Esas ve 2023/173 Karar sayılı kararında açıklandığı üzere; yumrukla gerçekleştirilen maktuldeki yaralanmaların, baş bölgesi haricinde hafif nitelik taşıması, baş bölgesindeki yaralanmaların ise kafa kubbe ve kaide kırığına yol açmaması nedeniyle ölüm sonucunu doğuracak nitelik ve niceliğe sahip olmaması, olayın gelişimine göre hedef seçme imkanı da olduğu anlaşılan sanıkların eylemlerine kendiliğinden son vererek 112 acil yardım hattını aramak suretiyle maktulü kurtarmaya yönelik çaba göstermeleri hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanıkların eylemlerine bağlı olarak ortaya çıkan kastlarının kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturduğu anlaşıldığından, sanıklar hakkında 5237 sayılı Kanun’un m.87/4 birinci cümlesi uyarınca temel ceza tayininde alt ve üst sınırlar arasında üst sınıra yakın bir ceza belirlenmesi suretiyle kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan cezalandırılmaları yerine, yazılı şekilde suç vasfında yanılgılı değerlendirme sonucu kasten öldürme suçundan mahkumiyetlerine karar verilmesini” hukuka aykırı bulmuştur. Olayda; failin hedef seçme imkanının olması, olay sonrasında maktulü kurtarmaya yönelik iradesi hususları dikkate alınarak, failin kastının yaralamaya yönelik olduğu tespit edilmiştir.

Benzer şekilde kastın belirlenmesinde etkili olan darbe sayısı, husumet yokluğu, eyleme kendiliğinden son verme kriterlerinin sağlandığı olayda; sanık ile mağdurun uzun süredir arkadaş oldukları, olay günü sanığın evinde bulundukları, alkolün etkisiyle sanık ile mağdurun tartışmaya başladığı, sanığın sinirlenerek eline aldığı bıçakla sırtına bir kez vurmak suretiyle mağduru yaraladığı, bu nedenle sanığın kasten öldürmeye teşebbüs hükümlerinden cezalandırılmadığı görülmektedir.

Yine; sanık haricinde bir görgü tanığının bulunmadığı bir olayda, Türkmenistan vatandaşı, karı koca olan sanık ile maktulün Türkiye’de çalıştıkları çiftlikte prefabrik konutta birlikte yaşadıkları ve çiftin alkol kullanma alışkanlıklarının olduğu dosya kapsamından anlaşılmıştır. Suç tarihinde; sanığın olayın meydana geldiği prefabrik konutta maktulün vücudunun çeşitli yerlerine sopa ile defalarca vurduğu, maktulün hareketsiz kalması üzerine bir süre bekledikten sonra eşinin öldüğünü söyleyerek yardım istemesiyle olayın resmi makamlara intikal ettiği olayda, İlk Derece Mahkemesince verilen kasten insan öldürme suçuna ilişkin mahkumiyet hükmü, “taraflar arasında öldürmeyi gerektirecek bir husumetin bulunmadığı, iki eş arasında yaşanan ve görgü tanığı bulunmayan olayda sanık savunmalarının aksini gösterir bir delile rastlanmadığı, otopsi raporuna göre maktulün kafatası kubbe ve kaide kemiklerinde kırık veya çatlak bulunmadığı gibi diğer yüz kemiklerinde de herhangi bir kırık oluşmadığı, aşırı derecede alkollü olan maktulün ölüm sebebinin yumuşak doku yaralanması sonucu oluştuğu bu nedenlerle sanığın öldürme kastıyla hareket ettiğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı anlaşıldığından sanığın yaralama kastı içinde hareket ettiğinin kabulü ile kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan 5237 sayılı Kanun'un 87/4. maddesinin ikinci cümlesi uyarınca üst sınırdan ceza tayini suretiyle hüküm kurulması gerektiği gözetilmeksizin” şeklindeki gerekçelerle hukuka aykırı bulunarak bozulmuştur. Yargıtay 1. Ceza Dairesi kastı belirlerken; taraflar arsındaki husumet, sanık savunması, otopsi raporu ve isabet alınan vücut bölgesi kriterlerini değerlendirmiştir.

Kastın öldürmeye mi, yoksa yaralamaya mı yönelik olduğunun belirlenmesinde tartışmalı olan noktalardan bir diğeri de darbe sayısının yorumuna ilişkindir. Kullanılan aletin cinsi ve hedef alınan bölge ile darbe sayısı kastın belirlenmesinde önemli kriterlerden biri haline gelmiştir. İçtihatta bir bütünlük olmamakla birlikte, somut olayın özelliğine göre, darbe sayısının birden fazla olduğu hallerde de kastın yaralama yönelik olduğuna ilişkin Yargıtay görüşü bulunmaktadır.

İstanbul Anadolu 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 04.07.2023 tarihli, 2022/122 E. ve 2023/194 K. sayılı kasten insan öldürme suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün istinaf incelemesini yapan İstanbul Bölge Adliye 1. Ceza Dairesi tarafından 11.10.2023 tarihli, 2023/1262 E. ve 2023/1201 K. sayılı kararı ile somut olay üzerinde bir değerlendirme yapılmaksızın ve gerekçe gösterilmeksizin esastan reddedildiği, bu karara karşı sanığın lehinde ve aleyhinde temyiz başvurusunun yapıldığı, sanık müdafilerinin temyiz sebeplerinden birisinin, kasten insan öldürme değil de kasten yaralama sonucu ölüme neden olma hükümlerinin uygulanmaması suretiyle suç vasfında hataya düşüldüğü olduğu, ancak Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucunda 03.03.2025 tarihli, 2023/9452 E. ve 2025/1586 K. sayılı kararla temyiz istemlerinin esastan reddedildiği ve hükmün onandığı anlaşılmaktadır.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi; herhangi bir somut değerlendirme yapmaksızın ve gerekçe göstermeksizin, sanığın eylemine uyan suç vasfının doğru şekilde belirlendiği gerekçesiyle, sanık müdafilerinin suç vasfına yönelik temyiz taleplerinin, yani suçun kasten insan öldürme değil de kasten insan yaralama suretiyle ölüme neden olma, yani neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralamaya dair bozma taleplerinin reddedildiği görülmüştür.

Suç vasfının tayinin, hem sanığın cezasının ağırlığı ve hem de infazı bakımından önem taşıdığı, kasten insan öldürme suçunun cezası ve infazı ile kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış sonucunun cezasının ve infazının farklı olduğu, bu hususların TCK m.81 ve m.87/4 ile 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu m.107’de ve ilgili hükümlerde farklı ağırlıklarda ve şekillerde düzenlendiği, hem bu bakımdan ve hem de maddi hakikat ve adalete ulaşılması açısından suçun vasfının doğru tayin edilmesinin çok önemli olduğu, Ceza Hukuku yönünden failin kastının ve maktulle olan husumetinin ve Ceza Muhakemesi Hukuku yönünden de “şüpheden sanık yararlanır” ilkesinin gözardı edilemeyeceği, her somut olayın özelliklerinin farklılık arz ettiği, önemli olanın ise Ceza Hukuku ile Ceza Muhakemesi Hukukunun prensiplerinin her somut olaya doğru tatbikinin sağlanabilmesinin olacağı, bu yolla taraf tutmaksızın adaletin sağlanabileceği, her ne kadar CMK m.223/2-e’den ve m.223/5’den kaynaklanan sebeple, şüphenin sanık aleyhine değil, lehine değerlendirilmesi zorunlu olup, bu zorunluluk suçsuzluk/masumiyet karinesinden kaynaklansa da, bu kuralın itham sisteminin zorunlu bir sonucu olduğu, bunun sanığın tarafını tutmak anlamına da gelmeyeceği, bu bakımdan suça ilişkin somut delillerin usule uygun toplanıp değerlendirilmesinin çok önemli olduğu, delilleri toplamanın ve değerlendirmenin bilhassa soruşturma aşamasının en önemli meselesi olduğu, bu süreçte CMK m.160/2’de öngörülen delil toplama kuralının dikkate alınması gerektiği ve yine ileride açılacak kamu davası sürecini etkileyecek hukuka aykırı deliller meselesine de azami özen gösterilmesi gerektiği, çünkü başta Anayasa m.36/6 olmak üzere, CMK m.206/2-a ve m.217/2’nin hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delilin sanık aleyhine kullanılamayacağını ortaya koyduğu, kanun koyucunun hukuka aykırı deliller konusunda bir ayırıma da gitmediği, iddia edenin iddiasını hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmiş ve mahkeme huzurunda getirilmiş somut delillerle kanıtlaması kuralının kabul edildiği izahtan varestedir.

Bu genel açıklama ve değerlendirme ışığında, somut olaya ilişkin İlk Derece Mahkemesinin, Bölge Adliye Mahkemesinin ve Yargıtay’ın kararları ile bu kararlarda geçen bilgi ve belgeler suçun vasfı yönünden incelendiğinde;

Sanık T. ile maktul A. arasında çıkan tartışmada; T.’nin çekmecede bulunan bıçağı maktul A.’ın bacağına saplaması sonucunda, damar yaralanmasına bağlı dış kanama sonucu ölüm gerçekleşmiştir. Mahkemece yapılan ve kanun yollarından geçen mahkumiyet kararında, suçun vasfı kasten insan öldürme olarak kabul edilmiştir. Ancak sanık T.’nin icra ettiği fiilin; doktrinin kabulü de dikkate alınarak, neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama sonucu ölüme sebep olma suçunun tipikliğine uygun olup olmadığının ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmesi gerekir.

Buna göre;

Kasten öldürme suçu ile kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçu arasındaki ayırıcı kriterden en önemlisi, manevi unsur farklılığıdır. Dolayısıyla; suçun vasıflandırılmasından önce çözülmesi gereken konu, failin kastının öldürmeye mi yoksa yaralamaya mı yönelik olduğudur.

TCK m.21/1’e göre; suçun kanuni tanımındaki unsurlarının bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olan ve failin iç dünyasını ilgilendiren kast, dış dünyaya yansıyan davranışlara bakılarak, daha açık bir ifade ile failin olay öncesi, olay sırası ve olay sonrası davranışları ölçü alınarak belirlenmelidir. Bunun yanında; sanığın olay öncesi, sırası ve sonrasındaki dış dünyaya yansıyan hareketleri de kastının yaralama fiiline yönelik olup olmadığının tespiti bakımından önemlidir.

Failin öldürme kastı ile mi yoksa yaralama kastı ile mi hareket ettiğinin tespiti noktasında yüksek mahkemenin belirli kriterleri bulunmaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.07.2003 gün ve 196-212; 30.09.2003 gün ve 226-229; 08.07.2008 gün ve 88-184 ile 31.03.2009 gün ve 248-82 sayılı kararlarında; suç nedeni, kullanılan aletin cinsi, kullanılış şekli, isabet alınan bölge, darbe adedi ve şiddeti, failin suçtan önceki ve sonraki davranışları, aradaki husumet, hedef seçme imkanının bulunup bulunmadığı, mağdurdaki yaraların yerleri ve nitelikleri, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütler esas alınmak suretiyle kastın saptanması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre;

Suçta Kullanılan Aletin Cinsi

Sanık T.’nin yaralama amacıyla kullandığı bıçağın dosyaya gelen kriminal raporuna göre, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun kapsamına giren yasak niteliğini haiz bıçaklardan olmadığı,

Kullanılış Şekli

Sanık T.; kanında uyuşturucu madde bulunan maktulle çıkan tartışmada, çekmecede bulunan çakıyı aldığı ve maktulün bacak bölgesine bir kabule göre iki kez sapladığı, fakat otopsi raporunda üç kesikten bahsedildiği, bunlardan birisinin bıçağın giriş çıkış yerleri olabileceği,

Yara Yerleri

Sanık T.’nin, maktulü eğilerek bacağından bıçakladığı, darbeleri baldırın dış bölümüne, yani öldürücü nahiyelerin dışına vurduğu, sanığın vuruş sayısının ve bölgesinin hayati olmayışı dikkate alındığında, sanığın yaralama kastı ile hareket ettiği sonucuna varılabileceği,

Darbe Sayısı ve Şiddeti

Otopsi raporuna göre; maktulün vücudunda bacak bölgesinde 3 kesik bulunduğu, bunlardan yalnızca birinin ölüme sebebiyet verecek nitelikte olduğu, diğer 2 kesiğin öldürücü nitelikte olmadığı, kesiklerden birisinin bıçak girişinin çıkış yeri olarak değerlendirilebileceği, ancak her durumda sanığın bıçak darbesinin en az 2 kez, yani birden fazla olduğunun anlaşıldığı, rapora göre yaralardan birisinin sol uyluk orta dış yanda olan öldürücü nitelikte olup, diğer yaraların öldürücü nitelikte olmadığı, maktuldeki yara yerleri ile niteliklerinin de suç vasfının tayininde önemli olduğu, buna göre suçun maddi ve manevi unsurlarının değerlendirileceği,

Failin Suçtan Önceki ve Sonraki Davranışları

Sanık T.’nin fiilinden hemen sonra maktule ilk yardımda bulunduğu, daha sonra apartmanda bulunanlardan ambulans çağırmaları için yardım istediği, dosya içeriğine göre;

Olay yerine sağlık görevlilerinin gelmesi üzerine sanığın olayın verdiği şokla “ölmüş mü” şeklinde iki kez sorduğu, ancak cevap alamayınca içinde bulunduğu psikolojik durum ve travmanın etkisinin oluşturduğu anlık kızgınlıkla “ölmediyse bir kez daha saplayayım” şeklinde bir ifadesinin olduğu, ancak sanığın ölüm olayı gerçekleştikten sonra kendiliğinden yaptığı açıklamaların, sanığın usule uygun alınan beyanı ve savunması olarak kabul edilemeyeceği,

Husumet

Sanık T. ile ve maktul A.’nın tanışıklarının 5 ila 6 yıl olduğu, dosya içeriğine göre taraflar arasında öldürmeyi gerektirecek bir husumetin bulunmadığının anlaşıldığı,

Failin Fiili Kendiliğinden mi, Yoksa Engel Bir Nedenden Dolayı mı Son Verdiği

Sanığın, fiili icrayı durdurmasını gerektirecek zorlayıcı bir neden bulunmaksızın kendiliğinden son verdiği,

Anlaşılmaktadır.

Yargıtay’ın konuyla ilgili ortaya koyduğu kriterler somut olaya uygulandığında; sanığın kastının ve fiilinin öldürmeye değil, yaralamaya dönük olduğu, bu nedenle sanık hakkında kasten insan öldürme suçundan verilen mahkumiyet kararının hatalı olduğu sonucuna varılmalıdır.

Ceza muhakemesinin en önemli ilkelerinden olan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi uyarınca; sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel şartı, suçun şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde ispatlanmasına bağlıdır. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulan bu ilke; bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya suç niteliğinin belirlenmesi açısından uygulanacağı gibi, eylemin gerçekleştirilmesi konusunda şüphe bulunması halinde de uygulanacaktır.

Buna göre; sanığın arkadaşı olan maktulü öldürmeyi gerektirecek herhangi bir sebebin bulunmadığı, bu konuda sanık aleyhine şüphenin yenilmediği, kullanılan vasıtanın niteliği, sanığın kastının öldürmeye dönük olduğunda şüphenin aşılamaması ve şüphenin de sanık lehine değerlendirilmesi gerektiği hususları birlikte değerlendirildiğinde, öldürmeye yönelik kastın bulunmadığı, bu nedenle sanığın kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan 5237 sayılı TCK m.87/4 uyarınca hüküm kurulması gerektiği halde, sırf sanığın maktulün ölümünden sonra kızgınlıkla veya şuursuzca söylediği sözlerin öldürme kastını ortaya koymayacağı, bıçaklı darbe sayısının birden fazla olmasının tek başına öldürme kastını ortaya koymayacağı, burada maktuldeki yara yerlerinin önemli olmasının yanında, sanık ile maktul arasında öldürmeyi gerektirecek husumetin bulunmamasının ve sanığın fiiline devam etmeyip fiilini kendiliğinden sonlandırmasının da dikkate alınması gerektiği düşünülmelidir.

Nitekim bu yazımızın 6 numaralı dipnotunda yer verdiğimiz yer verdiğimiz emsal nitelik taşıyan Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin 09.04.2025 tarih, 2023/6389 E. ve 2025/2705 K. sayılı kararında; “Sanığın, katılanı tek bıçak darbesi ile yaraladığı, sanık ile katılan arasında öldürmeyi gerektirecek düzeyde husumet bulunmadığı, tanık anlatımlarında sanığın eylemine devam etmeye çalıştığına ilişkin bir beyanın bulunmadığı ve sanığın ciddi bir engel hal olmadan katılanın yaralanması üzerine eylemine kendiliğinden son verdiği hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın öldürme kastı ile hareket ettiğinin şüpheli kaldığı, kastının yaralamaya yönelik olduğu, temel cezada alt sınırdan uzaklaşılarak hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülmesinin” hukuka aykırı kabul edildiği ve mahkumiyet hükmünün bozulduğu görülmektedir.

III. Sonuç

Kastın belirlenmesinde; suç nedeni, kullanılan aletin cinsi, kullanılış şekli, isabet alınan bölge, darbe adedi ve şiddeti, failin suçtan önceki ve sonraki davranışları, aradaki husumet, hedef seçme imkanının bulunup bulunmadığı, mağdurdaki yaraların yerleri ve nitelikleri, failin fiiline kendiliğinden mi, yoksa engel bir nedenden dolayı mı son verdiği gibi ölçütlerin esas alınacağı Yargıtay içtihadı ile belirlenmiştir. Failin kastının ne olduğunu belirlerken, en önemli husus fiili gerçekleştirdiği andaki kastıdır. Bu sebeple, o andaki kastı tespit etmek için belirlenen kriterler somut olayın şartları ile bir bütün içinde değerlendirilmelidir.

Son olarak; şüpheden sanık yararlanır ilkesine göre, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel şartı, suçun şüpheye yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Sanığın kastının belirlenmesinde şüphe olması halinde, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince kastın yaralamaya yönelik olduğu kabul edilmeli ve TCK m.87/4 uygulanmalıdır.

Editör

KATI Hukuk ve Danışmanlık

KATI Hukuk bürosu uzman avukatlarından biri olan Editör, Ceza Hukuku alanında deneyimli bir hukukçudur.

Hukuki Destek İhtiyacınız mı Var?

Uzman avukat kadromuzla tüm hukuki ihtiyaçlarınızda yanınızdayız. Hemen iletişime geçin.