- Giriş
Serbest piyasa ekonomisinin gelişmesi ile birlikte, uluslararası alanda ortaklıklar hukukunda gelişmelerin yaşandığı ve ultra vires ilkesinin kaynağı olan Anglo-Sakson hukuk sistemlerinde dahi ultra vires ilkesinin yumuşadığı, ilk başta verilen anlam açısından terk edildiği zamanla görülmektedir .Avrupa Birliği'nin ortaklıklar hukukuna ilişkin düzenlemelerinde de ultra vires ilkesine ehliyetle bağlantılı bir anlam yüklenmemiştir. Ultra vires ilkesi yeni doktrinde daha çok temsilcilerin temsil yetkisine ilişkin olarak düzenlenmiştir
Avrupa Birliği Müktesebatında Ultra Vires İlkesi
Avrupa Birliği müktesebatında, Şirketler hukuku konusunda ilk düzenleme, “Kurucu Antlaşmanın 58. maddesinin 2. fıkrası kapsamındaki şirketlerin Ortaklarının ve Üçüncü Kişilerin Menfaatlerinin Korunması için Üye Ülkelerce Söz konusu Nitelikteki Şirketlerden Talep Edilen Güvencelerin Topluluk Çapında Eşdeğer Kılınması Amacıyla Bu Tür Güvencelerin Uyumlaştırılması Konusundaki 68/151 sayılı ve 9 Mart 1968 tarihli Birinci Konsey Yönergesi”dir. Bu Yönerge, pay sahipleri ve şirketle işlem yapan üçüncü kişilerin menfaatlerini korumak amacıyla kabul edilmiş olup sınırlı sorumlu şirket tipleri için uygulama alanı bulmuştur.
Birçok konuda düzenlemeye yer veren Birinci Yönerge şirketlerin işletme konusuna ilişkin ultra vires ilkesine de yer vermiştir. Yönerge hükümlerinde, Alman hukukunun da etkisiyle ultra vires konusunda, katı bir tutum izlenmekten kaçınılmıştır.
Avrupa Birliğinin bu görüşünün oluşması ve eTTK dönemindeki ultra vires ilkesinin uygulanmasının öğretide eleştirilmesi sebebiyle, yeni TTK'da kanun koyucu ultra vires ilkesine ilişkin yeni düzenlemeler öngörmüştür. TTK'nın genel gerekçesinde kanun koyucu tarafından ultra vires ilkesinin ‘Türk ticaret ve medeni hukuk öğretilerinde eleştirildiğine, hatta bazılarının ultra viresi geçmiş yıllarda kalan merkezi planlama anlayışı ile bağlantılı görüldüğüne’ değinilmiştir”.
6102 Sayılı Kanunda Ultra Vires İlkesi
2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nda Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun 68/151 sayılı Direktifleri dikkate alınarak yeni TTK düzenlemesinde ultra vires hükmüne yer verilmediğini ifade eden bazı yazarların ultra vires ilkesinin kanundan tamamen çıkarıldığını ve artık uygulanmayacağına yönelik görüşleri mevcuttur.
TTK Genel Gerekçe 112:''a) Ultra Vires 112 6762 sayılı Kanun, ticaret şirketlerinin, şirket sözleşmesinde yazılı işletme konusunun çerçevesi içinde kalmak şartıyla, hak iktisap edebilecekleri ve borç yüklenebilecekleri ilkesel hükmünü içeriyordu. Bu hüküm uyarınca, işletme konusu dışında ticaret şirketleri hak ehliyetini haiz değildi; işletme konusu dışında yapılan işlemler ultra vires olduğu için yok sayılıyordu. Türk hukukuna 6762 sayılı Kanun ile giren, ticaret şirketleri hukukuna hakim olan bu temel kural, Türk ticaret ve medeni hukuk öğretilerinde eleştiriliyordu. Hatta bazıları ultra vires'i geçmiş yıllarda kalan merkezî planlama anlayışı ile bağlantılı görüyordu. AET 1968 tarihli ve 68/54 sayılı, şirketlere ilişkin birinci yönergesinde, AET'ye üye ülkelerin ultra vires kuralını kanunlarından çıkarmalarını öngörüyordu. Yönerge, bu hükmü ile üçüncü kişileri korumayı amaçlıyordu. Temsile yetkili kişilerin, şirket adına yaptıkları işlemlerin şirketi bağlayacağına üçüncü kişilerin güvenmelerinin sağlanması, işlem ve pazar güvenliği için şarttı. Bir taraftan hep gündemde bulunan eleştiriler, diğer taraftan AET'nin yönergesi dikkate alınarak ultra vires hükmüne Tasarıda yer verilmemiştir. İlkenin kaldırılması sebebiyle, şirketin işletme konusu dışında yapacağı işlemlerin sonuçları, Tasarıda üçüncü kişinin iyiniyeti çerçevesinde düzenlenmiştir''
Dolayısıyla artık ticaret şirketlerinin ve bu arada anonim şirketin işletme konusu dışında da hak ehliyeti vardır .Bu sebeple işletme konusu dışındaki işlemler de şirketi bağlar. Böylece yeni TTK ile birlikte ultra vires ilkesinin en azından verilen anlam açısından değiştirildiği, bu bağlamda yumuşatıldığı ifade edilmelidir. Bu sebeplerden kanundan ultra vires ilkesinin tamamen çıkarıldığı anlamı çıkmamalı, yalnızca yüklenen anlamın yumuşatıldığı yorumunun yapılması gerektiğinin daha doğru olduğunu düşünmekteyim.
TTK'da ticaret ortaklıklarının ehliyeti m.251/2'de düzenlenmiştir. TTK m.121/2'e göre ticaret ortaklıkları MK m.48 çerçevesinde bütün haklardan yararlanabilir ve borçları üstlenebilirler. Bu sebeple ticaret ortaklıklarının gerçek kişilere özgü olmayan bütün hakları edinebilecek ve borçları yüklenebilecek ehliyetleri olması kabul edilmektedir. Bu hak veya borçların ticaret ortaklığının işletme konusu ile sınırlı olmaması görüşü yeni TTK ile kabul edilmiştir.
Kanun koyucu bu düzenlemeyi bütün ticari ortaklıklara yönelik getirmiş olmakla birlikte sermaye şirketlerine özel bir düzenleme de öngörmüştür. Bu kapsamda, sermaye şirketleri açısından ultra vires ilkesinin sınırlı olarak muhafaza edildiği öğretide kabul görmektedir. Bir sermaye şirketinin işlem yaptığı üçüncü kişiler şayet işlemin ortaklığın işletme konusu dışında kaldığını biliyor ya da bilebilecek durumda ise, ortaklık işlemle bağlı olmadığını ancak bu halde ileri sürebilmektedir. Kanunun öngördüğü diğer düzenlemeye göre ise esas sözleşmenin tescil ve ilan edilmiş olması üçüncü kişinin iyi niyetini bertaraf etmek için tek başına yeterli değildir.
TTK m. 371/II hükmünde, temsile yetkili olanların, üçüncü kişilerle, işletme konusu dışında yaptığı işlemlerin de şirketi bağlayacağı ifade edilmiştir. Bu hükümle üçüncü kişilerin korunması amaçlanmıştır. Üçüncü kişilerin korunması gereken hallerde, yapılan işlem şirketin menfaatine uygun olmasa bile, işletme konusu dışında yapılan işlem şirketi bağlayacaktır.
Kural olarak konu dışı işlemle şirketin bağlı olduğu kabul edilmesine rağmen, yukarıda da değinildiği üzere üçüncü kişinin, işlemin işletme konusu dışında bulunduğunu bildiği veya durumun gereğinden bilebilecek durumda bulunduğunun ispat edilmesi halinde, şirketin işlemle bağlı olmaktan kurtulabileceği de bu genel kuralın istisnası olarak düzenleme altına alınmıştır.2009/101 sayılı AB Yönergesi taraf devletlerine kanunlarında bu şekilde bir düzenleme yapma imkanı tanımış ve kanun koyucu da bu şekilde bir düzenlemeyi yapmayı tercih etmiştir.
Öğretide hükümde geçen bilme ve durumun gereğinden bilebilecek olma ifadesinin nasıl anlaşılması gerektiğine ilişkin birçok görüş ileri sürülmüştür.
Bir görüşe göre, ilgili maddede iyi niyet aranmamaktadır. Kanun koyucu üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmadığının araştırılmasını isteseydi doğrudan iyi niyete yapılacak bir atıfla yetinebilirdi bunun yerine “bilmemesi veya halin icabına göre bilmemesinin mümkün olmaması'' ifadesiyle iyi niyetten farklı bir özen ölçüsü yaratılmak istenmiş ve bu özen ölçüsünde de üçüncü kişinin hafif ihmali dışlanmıştır Bu görüş takip edilirse şirket 3.kişinin hafif ihmali halinde dahi işlemle bağlı olmaya devam edecek, şirket yalnızca 3.kişinin ağır ihmali halinde ilgili işlemle bağlı olmadığını iddia edebilecektir. Kanun koyucunun belirttiği üzere esas sözleşmenin ilan edilmesinin tek başına üçüncü kişiyi bilgi sahibi yapmayacağı hususu da bu görüşün dayanaklarından biridir.
Doktrindeki bir diğer görüşe göre ise, şirketin konu dışı işlemle bağlı olmaması için ancak üçüncü kişinin durumun gereklerinden kendisinden beklenen özeni göstermediğini ya da halihazırda zaten bu bilgiye haiz olduğunu ispatlayarak işlemle bağlı olmaktan kurtulacaktır.
Doktrinde şirketle işlem yapan kişilerin genelde tacir olmaları sebebiyle ve tacirler de basiretli iş adamı gibi hareket etmekle yükümlü oldukları için, işlemin konu dışı olduğunu bilmediklerini ileri sürülemeyeceğine ilişkin bir görüş öne sürülmüştür.
Bu görüş kabul edildiği taktirde tacirlerin iyiniyetli kabul edilmeyecekleri sonucuna varılıp tacirlere ''basiretli'' tanımının ifade ettiğinden çok daha ağır bir sorumluluk yüklenmesi anlamına gelecektir. Tacirlerin yalnızca iyi niyetlerini denetleme hususunda tacir olmayanlara yönelik daha sıkı bir düzenleme olsa dahi bu tacirlerin iyiniyetli olamayacakları anlamına gelmez.
Dolayısıyla yukarıda açıklanan hususlar özelinde üçüncü kişinin yapılan işlemin şirketin işletme konusunun dışında olduğunu bilmesi veya halin gereğinden bilmesi gerekmesi hallerinin varlığı dışında yapılan işlemde şirketin ehliyeti yeni TTK düzenlemeleri ile tıpkı şirketin işletme konusuna giren bir işlem yapılıyormuş gibi var kabul edilecektir.
Ancak, şirket tarafından yapılan işlemin işletme konusu dışında olduğu ve üçüncü kişinin iyiniyetli olmadığı ispat edilirse ne olacağına dair doktrinde birçok fikir ileri sürülmüştür.
Bu kapsamda doktrinde ileri sürülen bir görüşe göre, ispatın yapılması halinde yetkisiz temsil hükümleri uygulanacaktır. Yetkisiz temsil hükümleri uygulanacağı için işleme icazet verilerek geçerli hale getirilebileceği ve bu icazeti vermeye yetkili organın da genel kurul olduğu ifade edilmektedir.
Bu görüş kabul edildiği takdirde yapılan işlem askıda geçersiz kabul edilecek ve şirketin izin veya icazet halleri saklı olacaktır.
İşletme konusu dışında yapılan işlemin geçerliliğine ilişkin ileri sürülen bir diğer görüşe göre, işlemle bağlı olmama hakkı şirkete ait olduğu için ilk bakışta işlemin askıda geçersiz olacağı sonucu çıkacak olsa da bu halde, askıda geçersizlik değil, hükmün lafzından da anlaşılacağı üzere, işlemle bağlı olmadığı şirket tarafından ileri sürülene kadar, işlemle bağlı olma durumu söz konusudur. Şirket tarafından üçüncü kişinin kötü niyetinin ispatlanması halinde artık şirketin işlemle bağlı olmayacağı ifade edilmektedir. Dolayısıyla bu halde tıpkı irade sakatlığı hallerinde olduğu gibi, iptal kabiliyeti yaptırımı söz konusudur.
Doktrinde bir diğer görüş ise, TTK m. 371/II hükmünün temsil yetkisinin kötüye kullanılmasının özel bir görünümü olduğu yönündedir Bu görüş, asıl olan işletme konusu dışı işlemlerin de şirketi bağlaması olduğu ve 3.kişinin kötü niyeti durumunun yalnızca istisna olduğunu öne sürerek, şirketi temsil etmeye yetkili temsilcinin bu bakımdan sınırsız bir temsil yetkisine sahip olduğu yönündedir. Buna karşılık temsilci, ortakların kendisine temsil yetkisini verirken iç ilişkide belirlediği ve esas sözleşmeye yazdığı temsil yetkisine uymamaktadır. Esas sözleşmede işletme konusunun belirlenmesi zorunluluğu getirilerek şirketin menfaatinin sınırları belirlenmiştir. Dolayısıyla esas sözleşmeyle belirlenen şirketin menfaatlerine uyulmaması halinde şirketin menfaatleri zarara uğramış sayılır. Bu yüzden dış ilişkide çizilen temsil yetkisi aşılarak kötüye kullanılmıştır.
Demir’e göre ise, bilindiği üzere önceki kanun döneminde ultra vires ilkesine aykırı işlemlerin müeyyidesinin butlan olduğu kabul edilmişti. Bununla birlikte öğretide o dönem dahi butlanın ağır bir karar olduğu belirtilmektedir. Üçüncü kişinin iyiniyetli olduğu durumlar olabilir; ancak üçüncü kişinin yararına işlem yapılabilmesi için bir kanun hükmü gereklidir. Şeklinde öğreti görüşleri hakimdi. Kanun koyucu, bu durumu dikkate alarak bir yeni kanun döneminde buna yönelik bir kanun hükmü ortaya koymuştur. Ancak bu kanun hükmü, ultra vires prensibinin ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir. Ultra vires prensibi hala geçerlidir, sadece yaptırım değişmiştir. Önceden yaptırım butlan iken, artık askıda geçersizliktir. Üçüncü kişi ilgili işlemin işletme konusu dışında kaldığını bilerek yaptığı işlemlerde söz konusu işlem hala geçersizdir. Sadece iyi niyetli üçüncü kişiyi korumak için askıya alınmıştır. Geçersizlik hala ileri sürülebilir; ancak karşı taraf iyi niyetli olduğunu ispatlarsa işlem geçerli kalmaya devam eder. İyi niyeti bozan durumlardan biri, esas sözleşmenin yayımlanmış olması değildir. Esas sözleşme kanun değildir ve üçüncü kişilerin bunu bilme zorunluluğu yoktur. Amaç dışı yapılan işlemde rücu hakkı saklıdır ve genel kurul yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna hala gidebilir. Yönetim kurulu üyelerinin, amaç dışı işlem geçerli bile olsa, sorumluluğu hala devam eder. Dolayısıyla üçüncü kişinin iyiniyetli olduğu ve işlemin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği hallerde de yukarıda doktrin görüşleriyle genişçe açıklandığı üzere yönetim kurulu üyelerinin şirketin işletme konusu dışında, bir başka deyişle kendilerine verilen temsil yetkisi dışında yaptığı işlemdeki sorumlulukları devam etmektedir. Yeni düzenlemeyle değişen husus, şirket üçüncü kişinin iyi niyetli olduğu hallerde yapılan işlemle bağlı kalmaya devam eder ve işlemin geçersizliğine yönelik üçüncü kişiden herhangi bir talebi olamaz. Ancak ilgili işlemi tesis eden yönetim kurulu üyesine karşı şirketin taleplerinin varlığı devam eder.
6102 Sayılı Kanun Döneminde Ultra Vires Prensibi İle İlgili Yargı Kararları
“... hemen söylemek gerekirse, 6102 sayılı Kanun bakımından ticaret şirketlerinde ultravires ilkesi kaldırılmıştır. Keza buna ilişkin olarak 6103 sayılı Tatbikat Kanunu'nun 15. maddesi ile, şirket anasözleşmelerinde 6762 sayılı Kanun'un 137. maddesine benzer nitelikte bulunan hükümlerin 6102 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesi ile birlikte yazılmamış sayılacakları hususu düzenlenmiştir. Davalı şirketlerin dosyada mevcut anasözleşmeleri itibariyle özel öğretim kurumu olarak faaliyet göstermek üzere kuruldukları anlaşılmaktadır. Davalı yan, dershane ve özel okul işletmeciliğinin farklı ticari faaliyet alanları olduğunu savunmaktadır. Ancak, özel okul ve dershaneler, 5580 sayılı Kanun bakımından (2014 yılında anılan kanunda yapılan değişiklik ile dershane yerine "etüt merkezi" terimi tercih edilmiştir) "özel öğretim kurumu" olarak tanımlanmıştır. Bu durumda, anılan şirketlerin anasözleşmelerinde belirtilen faaliyet alanları bakımından birbirlerinden farklı alanlarda faaliyet göstermek üzere kuruldukları söylenemeyeceği gibi açıklanan gerektirici nedenler bakımından davalı gösterilen limited şirketlerin aynı ticaret alanı içerisinde birbirine rakip şirketler olduğunun kabulü gerekir.”
“Bu düzenleme ile ticaret ortaklıklarının yararlanma hakkı kanuni istisnalar saklı kalmak kaydıyla şirket mukavelesinde yazılı işletme mevzuunun çerçevesi ile sınırlandırılmış olup, "ultravires" olarak adlandırılan bu teoriye göre, ortaklığın iştigal konusu dışında kalan işlerin ortaklığı bağlamayacağı ilkesi benimsenmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 09.12.1998 tarih ve 11-863 Esas, 895 Karar sayılı ilamı ile Dairemizin 03.12.2012 tarih ve 5371 E., 7112 K.; 09.07.2013 tarih ve 3726 E., 4799 K. sayılı ilamlarında kooperatifin böyle bir işlemle bağlı sayılabilmesinin bu işleme açıkça icazet vermesiyle mümkün olacağı belirtilmiştir.”
“... somut olay irdelendiğinde; dava konusu bonolar kooperatifi temsile yetkili eski yöneticilere ait çift imzayı içermekte ise de, temsile yetkili kişiler ancak kooperatif namına onun amacının gerektirdiği hukuki işlemleri yapabileceklerinden, anasözleşmenin incelenerek, kooperatifin borçlanma tarihinde tasfiye halinde olduğu da dikkate alınarak, üçüncü şahıslardan borç alabileceğine ilişkin bir düzenleme bulunup bulunmadığı, kooperatif kayıtlarında bono karşılığında kooperatife herhangi bir para girişi olup olmadığı, bono ile elden borçlanmaya icazet anlamına gelecek bir işlemin bulunup bulunmadığı yönlerinden bilirkişiden rapor alınması ve gerektiğinde ... Cumhuriyet Başsavcılığı' nın 2011/27183 sayılı soruşturma dosyası da getirtilip incelenmesi gerekirken, mahkemece eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.”
“6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile ticaret şirketlerinin ehliyetleri bakımından "ultra vires" ilkesini benimseyen 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu yürürlükten kaldırıldığından şirketlerin ana sözleşmelerinde yer alan faaliyet konuları dışında haklardan yararlanmaları ve borçlar üstlenmelerine bir engel bulunmadığı, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu'nun "Tanımlar" başlıklı 4. maddesinde istekli olabileceklerin tanımının ihale konusu alanda faaliyet gösteren gerçek veya tüzel kişi olarak belirtilmesinin ihale konusu alanda faaliyet göstermeyen şirketlerin teklif veremeyeceği şeklinde yorumlanmasının 6102 sayılı Kanun ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'na aykırılık oluşturacağı gibi 4734 sayılı Kanun'un 5. maddesinde belirtilen eşitlik ve rekabet ilkelerinin sağlanmasını da engelleyeceği, ticaret şirketlerinin ana sözleşmelerinde yer almayan faaliyet konuları dışında da faaliyette bulunabilecekleri, sırf ticaret sicilinde sayılan faaliyet konuları ile sınırlı olarak faaliyette bulunabilecekleri sonucuna ulaşmanın kanunun açık hükmüne aykırılık oluşturacağı dikkate alındığında, davacının teklifinin değerlendirme dışı bırakılmasında ve buna yönelik itirazen şikayet başvurusunun reddine ilişkin dava konusu Kurul kararında hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”
“davacı yüklenicinin anonim şirket vasfında olması ve faaliyet alanlarının çok çeşitli olup, ultra vires kuralının kaldırılması nedeniyle şirketin hak ehliyetinin sınırının işletme konusu ile de sınırlı olmadığı hususu birlikte değerlendirildiğinde, dava konusu uyuşmazlık bakımından 818 sayılı BK'nun 356. maddesi delaleti ile 325. maddesinde bahsedilen kesinti yönteminin (TBK 408. madde) aynı faaliyet alanı ile sınırlı olarak uygulanması gerekmektedir.”
Sonuç
Çalışma kapsamında 6102 sayılı Kanunla birlikte getirilen yeni ultra vires tanımına ilişkin Türk Hukuk doktrinindeki görüşlere değinilmiştir. Bu görüşler kapsamında ultra vires ilkesinin ilgili işlemi yapan tüzel kişinin ehliyetiyle ilgili olduğu ve yapılan işlemin işletme konusu dışında kaldığı hallerde işlemin kurucu unsurlarından olan ehliyetin yokluğu sebebiyle işlemin müeyyidesinin butlan olacağını savunan bir takım yazarlara karşılık; ilgili işletme konusu dışı işlemin tüzel kişinin hak ehliyeti ile ilgili değil, yalnızca işlemi yapan organına verilen temsil yetkisinin sınırını aştığını, bu kapsamda ultra vires işlemlere yetkisiz temsil hükümlerinin uygulanabileceğini ve bunun sonucu olarak işlemin müeyyidesinin de askıda geçersizlik olacağını söyleyen yazarlar da mevcuttur. eTTK döneminde ilk görüşe uygun olarak bir düzenleme yapılmışken, yeni TTK döneminde öğretinin görüşüne göre ikinci görüşe yönelik bir düzenleme yapılmıştır.