Gerek tutuklama tedbiri ve gerekse tutukluluğa itirazla ilgili onlarca çalışmamız oldu. Hukukçu arkadaşlar tarafından da birçok defa tutuklama tedbirinde yaşanan sorunlar dile getirildi. Kanun koyucu birçok defa yasal değişikliğe gitti, ancak hiçbirisi suçsuzluk/masumiyet karinesinin devam ettiği aşamada, son çare niteliği taşıyan, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını tümü ile kısıtlayan tutuklama tedbirinin yersiz, hukuka aykırı ve yeknesaklıktan uzak şekilde keyfi tatbik edilmesini engelleyemedi. Hatta devam eden veya uzayan tutukluluklar yönünden başta itiraz yolu olmak üzere hiçbir kanun yolu çare olamadı.
Peki neden? Yazılı hukuk sisteminde Anayasa, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, Ceza Muhakemesi Kanunu ortada iken, özgürlüğü kısıtlanan kişi bakımından gerekçeli karar bir hak ve Anayasa ile kanunlara uymak yargı mercileri içinde hukuk devletinde bir zorunluluksa, neden tutuklama tedbiri konusunda yaşanan sorunlar çözülemiyor ve gittikçe kronikleşiyor?
“Kuvvetler ayrılığı” ilkesine rağmen, hukukun ve yargının kullanışlı vasıta olarak görülmeye, hatta bunun normalleştirilmeye çalışıldığı, birkaç defa bu hatadan dönülme çabalarının olduğu, ancak yasal değişikliklere gidilmişse de, sadece iyi kanun hükmü koymanın değil, esas itibariyle onları uygulamanın önemli taşıdığı bir vaziyette, maalesef uygulamada istikrarlı ve yeknesak bir düzelmenin yaşanmadığı, bunun en ağır sonucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı üzerinde gerçekleştiği izahtan varestedir.
Anayasa, Uluslararası Sözleşme ve CMK hükümlerinde ne yazarsa yazsın, somut olayın özellikleri ne olursa olsun, bir soruşturmada ilk tutukluluktan başlayan süreçten itibaren açık hukuka aykırılıkların kendisini gösterdiği, sadece ilgili kurallara atıf yapmakla yetinildiği, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını kısıtlayan tutuklama tedbiri ile ilgili bir somutlaştırmaya gidilemediği, esas itibariyle de “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı Anayasa m.13 olmak üzere, Anayasa m.2’de yer alan “hukuk devleti” ilkesinin, Anayasa m.19 ile güvence altına alınmış kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, yargı erkinin Anayasa ve kanunlara uymasını emreden m.138/1’in ve herkesin gerekçeli karar hakkına sahip olduğunu düzenleyen m.141/3’ün birçok defa ihlal edildiği görülmektedir.
Uygulamada tutuklama tedbiri konusunda riayet edilen kurallar;
Şüphelinin veya sanığın avukatsız tutuklanmaması,
Aylık incelemelerin en geç otuz günde bir olsa da yapılması,
Tutuklama tedbirine itiraz hakkının tanınması,
CMK m.100/4’de sayılan tutuklama yasağı olup, bunların da yoruma açık olmayan şekli kurallar niteliği taşıdığı,
Bununla birlikte;
En azından ilk tutukluluk sırasında şüphelinin veya sanığın yanında avukat bulunurken, avukatın söylediklerinin dikkate alınmaması, bunlara karşı genel geçer, yasal düzenlemede yer alan basmakalıp sözler dışında, tutuklanan kişi bakımından bireyselleştirilmiş somut hukuki ve fiili gerekçelere yer verilmemesi,
En geç otuz günde bir yapılan aylık incelemelerde CMK m.108/1’de yer alan veya bağlacının kullanılarak, aylık incelemeye katılmak isteyen avukatla deyim yerindeyse köşe kapmaca oynanması, huzura getirilmeyen tutukluya SEGBİS üzerinden bağlanmakla yetinilmesi,
İlk tutukluluk, tutukluluğun devamı veya uzatılması kararlarına itiraz hakkı bulunmakla veya her istenildiğinde tutuklunun tahliyesini talep etmek mümkün olmakla birlikte, bu itiraz ve taleplerin yine deyim yerindeyse kağıt üzerinde kalması, yani bunlarda pek az sonuç alınması, bu nedenle itiraz ve tahliye taleplerinin faydasız ve etkin olmayan bir iç hukuk yoluna dönüşmesi,
Soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının soruşturmayı yürüttüğünden bahisle, tutukluluğa itirazı ve tahliye taleplerini inceleyen sulh ceza hakimliklerinin ve asliye ceza mahkemelerinin konuya kişi hürriyeti ve güvenliği yönünden bakmayıp, tutuklama tedbirinin uygulanması somut olayda hukuka aykırı olduğu halde, bihakkın veya adli kontrol tedbiri uygulamak suretiyle verilebilecek bir tahliye kararını soruşturmaya müdahale görmesi, tahliye kararı vermekten imtina etmesi,
Bilhassa tutukluluğun devamı kararları bakımından yeterli gerekçe kurulamaması, kovuşturma aşamasında ise bazen mahkemenin tahliyeyi ihsas-ı rey görmesi ve bazen de kovuşturmayı yürüten ve tahliye kararı veren mahkemenin kararına itirazla itiraz mercii olan mahkemenin gerekçe belirtmeksizin Cumhuriyet savcısı tarafından yapılan itirazı kabul etmesi, bazen de itiraz mercilerinin şikayetçinin ve katılanın tutuklama veya adli kontrol talebinin reddine veya tahliyeye veya asli kontrol tedbirinin kaldırılması kararlarına itiraz hakkı olmadığı halde, yalnızca Cumhuriyet savcısına ait olan bu hak ve yetkinin şikayetçi ve katılanda varmış gibi hareket edilmesi,
Eleştirilmelidir.
Pekala; daha kolay verildiği ve daha gevşek denetlendiği söylenen ilk tutukluluğu bir kenara bırakacak olursak, ki ilk tutukluluk da gevşek uygulanmamalı ve tutukluluğun hukuki olup olmadığı muhakkak ciddi şekilde gözden geçirilmeli, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması sebebiyle sıkı denetime tabi tutulması fikrinde olduğumuzu belirterek, bilhassa tutukluluğun devamı kararları ve bunların denetimi ile ilgili yaşanan sorunlara, hukukilik denetimi yapılıyormuş gibi dosya üzerinden veya bazen huzurda dinlenerek gerçekleştirilen incelemelerden birçok defa sonuç alınamamasına ne demeli?
Akla şu eleştiri gelebilir: Şüpheli veya sanık hakkında verilen tutukluluğun devamı veya uzatılması kararı doğru olamaz mı? Elbette olabilir, bu mümkün; fakat bunun doğruluğunu nerede görmek ve test etmek gerekir? Hakimin veya mahkemenin tutukluluğun devamı ile ilgili verdiği kararın gerekçesinde.
Tutuklu veya müdafii tahliye talebinde bulunuyor veya CMK m.108 gereğince aylık tutukluluk incelemesi yapılıyor. İşin esasını bir kenara bırakıp konunun tutuklama tedbirinin şekil ve şartları bakımından değerlendirilmesi gerekir. Şüpheli veya sanık talebini ve Cumhuriyet savcısı da konu ile ilgili görüşünü soruyor. Bu andan itibaren hakimin veya mahkemenin yapması gereken; şüphelinin veya sanığın yargılama devam ederken tutuklu kalmasında bir hukuki gereklilik var mı, yasal şartlar var mı, adli kontrol tedbirinin tutuklama yerine uygulanmasını gerektiren hukuki ve fiili durum var mı değerlendirmektir. Hakim ve mahkemenin her bir şüpheli ve sanık bakımından tutuklama tedbirinin devamına gerek olup olmadığını incelemesi ve bunu kararında belirtmesi gerekir. Ortada gerekçeli verilmiş bir hakim veya mahkeme kararı olmalı ki, buna karşı kararı beğenmeyen taraf itiraz yoluna başvursun ve bundan da bir sonuç alabilsin.
Tutukluluğun devamı kararı; somut gerekçe olmaksızın veya eski gerekçelerin tekrarından ibaret, soyut, yasal düzenlemede yazanların tekrarını içermekte ise, itiraz merciinin yapması gereken, başka bir inceleme yapmadan, tutukluluğun devamı kararının yetersiz gerekçeyle verildiğinden bahisle itirazın kabulüne ve tutuklunun tahliyesine karar vermektir. Ancak uygulamada bu yapılıyor mu? Birçok itiraz merciinin kararına baktığınızda; iş yoğunluğu, işin esasına karışmama veya tutukluğun devamı kararını peşinen hukuka uygun görmeyle, hiçbir somut gerekçe belirtmeksizin, yapılan itiraz incelemesinde; itiraz nedenlerinin yerinde olmadığı, tutukluğun devamı kararının yerinde olduğu anlamına gelecek sözlerle, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını tümü ile kısıtlayan tutuklama tedbirinin devamının sağlandığı görülmektedir.
Konu ile ilgili yüzlerce Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararı olmasına, yapılan tüm yasal değişikliklere ve bilimsel görüşlere rağmen, gerek toplumun ve gerekse uygulamacıların bir tedbir olsa da tutuklamaya bakış açıları, tutuklama tedbirinin yerine getirilmesinde tutukevlerinin olmayıp, tutukluların kapalı infaz kurumlarında tutulmasından kaynaklanan ceza algısı, yalnızca şüphelinin veya sanığın iddiaya konu suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delil ön şartına bağlı olarak, adaletten kaçma ve/veya delil karartma hallerinde uygulanabilecek ve “ölçülülük” ve “evleviyet” ilkeleri gereğince de öncellikle adli kontrol tedbirinin tatbikinin düşünülmesi gerektiği halde, tutuklama tedbirinin uygulama hataları devam ettiği gibi, bundan da önemlisi bir kanun yolu olan itirazdan sonuç alınamadığı, bu kanun yolunun faydalı ve etkin bir iç hukuk yolu olarak kullanılamadığı, şeklen var olduğu,
İtiraz kurumunun özü itibariyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yeterli güvence sağlamadığı, hukuki açıdan beklenen sonuçlara ulaşılamadığı, tutukluluğa itirazın reddi sonrası kullanılan olağanüstü kanun yollarından ise ya sonuç alınamadığı veya makul bir zamanda başvurunun sonuçlanmadığı, bu nedenle ceza algısına yol açan, suçsuzluk/masumiyet karinesi altında yargılanan kişiyi günlük yaşamından ve olağan faaliyetlerinden tümüyle koparan tutuklama tedbirinin devam ettiği görülmekle,
Tüm bunlara savunmaya karşı gizli tutulan dosyaya ve delillere erişim hakkı ile yaşanan sorunları da ekleyecek olursak, savunma tarafında bir çaresizliğin öne çıktığı ve bu kronikleşmiş sorunun çözümünde bir hukuk devleti olarak bağlı olunan Anayasa, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine uyulmaktan başka çıkış yolunun olmadığı,
Açıktır.
Aksi halde; başta tutuklular, bunların aileleri ve avukatları olmak üzere, büyük güçlüklerle karşı karşıya kalabilmekte ve doğal olarak sorunlarını çözebilmenin yollarını aramaktadırlar. Siz bir hukukçu ve avukat olarak; tutukluyu ve ailesini ne kadar hukuka davet etseniz de, onlara hukuk kurallarından, ilkelerinden ve esaslarından bahsetseniz de, itiraz kanun yolu ile tahliye taleplerinden sonuç alınacağını söyleseniz de, çok ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığını düşünen ve bunu yaşayan kişi, neticesinde garanti içeren yollara tevessül edebilmekte, buna inanabilmekte ve kanabilmektedir. Hukuk uygulamaları ile ilgili bu yanlış algının mutlaka yıkılması ve hukuk güvenliği hakkına herkesin eşit şekilde sahip olduğuna dair toplumsal inancın tesis edilmesi zorunludur.
Ayrıca; bir koruma tedbiri olan tutuklama ve adli kontrol, adaletten kaçmayı veya delil karartmayı önleme fonksiyonuna sahipse de, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması suretiyle şüpheliden veya sanıktan delil elde edilmesi, bunun karşılığında tutuklunun serbest kalabileceğine dair bir algının oluşturulması, suçsuzluk/masumiyet karinesini ihlal edeceği gibi, ifade ve sorgu yöntemlerinin hukukiliği tartışmasını da gündeme getirir. Bu nedenle; temel hak ve hürriyetleri kısıtlayan tedbirlerin ve delil elde etme yöntemlerinin, yasal şartlarına, amaçlarına ve fonksiyonlarına uygun kullanılmaları gerekir.
Bir hukuk devletinde olması gereken, hukukun evrensel ilke ve esaslarına bağlı kanunların varlığı ve bunların işletilmesidir. Bundan başka da bir çözüm yoktur. Denetim ve sorumluluk mekanizmasının çok kuvvetlendirilmesi, hukukun başka maksatlara vasıta kılınmaması gerekir.